11 Ocak 2013 Cuma

Ders Çalışmayı Ertelemeden Önce Erteleyeceğin Şeyler Var



      Her akşam sokak sokak geziyorsun, Bilgisayarın başındasın. Arkadaşınla saatlerce yazışıp duruyorsun, abuk sabuk şeyleri. Laf olsun torba dolsun misali.  Çok sevdiğin dizi için bütün planlarını kenara koyuyorsun.  Okulda yaşadığın ve konuştuğun bütün konuları telefonda masaya yatırıyorsun, tekrar tekrar irdeliyorsun.  Bilgisayar oyununu Start veriyorsun baykuşlar ötünceye kadar kapatmayı bilmiyorsun( Gerçi baykuşların da nesli tükenmek üzere ya, neyse).

      Öncelikle belirteyim ki bunları yapmadan daha doğal bir şey olamaz. Sorun ne biliyor musun?

      Hey güzel dostum! Hedefini unuttun. Yürüyecek yolun vardı. Gidecek yerin vardı. Unuttun

      Dershaneye gittim yıldı. Bir arkadaşımla birlikte her sabah servise binip doğruca dershaneye giderdik. Henüz hiç kimse gelmemiş olurdu. Boş bir sınıfa girip aklımıza takılan birçok soruyu çözerdik. Çalışmayı sevmeyen öğrencilerin tabiriyle tam bir inektik. Sonra dershanenin yoğun temposu başlardı. Öğretmenin birisi gider diğeri gelirdi. Ve öğleye doğru bu yoğun tempo biterdi. Hiç vakit geçirmeden doğruca servise ve nihayetinde eve dönerdik. Yemeğini ye. Sonra test kitaplarını al, çalış. Bu yoğun tempo aylarca böyle devam etti.

     Aynı servisle aynı dershaneye giden iki arkadaşımız daha vardı. Onlarda kendi aralarında çalışırlardı. Ama onlar bir tuhaf çalışırlardı. Biz servisle hemen eve dönerdik. Onlar,  eğlenmeyi ihmal etmezlerdi( Helal olsun demek isterdim onlara...)  Bilardo salonlarında saatlerini harcayıp akşama doğru eve dönerlerdi. Çok sıkıldığımız zamanlarda zihnimizin açılması için yürüyüşe çıkardık. Köyün hedefsiz gençlerinin en büyük eğlencesi futbol oynamaktı. Bu iki arkadaşı,  onların arasında top oynarken görürdük. Çok mutlu olduklarını, attıkları kahkahadan anlayabiliyorduk. Bizim yaşantımız onların yaşantısı yanında çok renksizdi.  Kız arkadaşları vardı, Leyla modunda gezerlerdi. Eğlencenin adı adeta onlarla anılır olmuştu. Eğlenmek ne haddimize. Her dışarı çıktığımızda onları bir eğlenceli etkinlik yaparken görürdük.  Biz ise geri zekalıydık. İletişimi kopmuş ruhlar gibiydik. Öyle düşünmüştük, o an. Bir gün onlara bakıp arkadaşımla sohbete başladım. İlk sözü ben söyledim.

-                          -   Dostum,  biz tam anlamıyla bir ot’uz.
-                          -    Evet, haklısın ben de bunlara bakınca kendimi öyle hissettim.
    Biraz düşününce aklıma çok doğru bir yorum geldi. Arkadaşıma detayından bahsetmeden;
-                         -     Elbet bizim de eğleneceğimiz gün gelecek dedim.

     Yaşantımızın sıradan, bayat,  sıkıcı ve yorucu bu sürecinde kendimize de zaman ayıramıyorduk. Bu yorucu tempo da ilk kaybettiğim saçlarım olmuştu. Elimi kafama götürdüğümde top top saçlarımın döküldüğünü gördüm. Henüz 19 yaşında kel kalmak beni korkutmuştu. Evlenmek için birilerinin beni beğenmesi gerekirdi. Ama kel bir adamı kim beğenirdi. Ben öyle düşünmüştüm. Diğer saçlarımı kaybetmemek adına bir gün radikal bir karar aldım. Berbere gidip masaya oturdum.

-                      -      Kes dedim.
      -   Berber bildiği usulden sordu.
-                     -       Kaç numara yapım abi.
-                     -       Kaç numarası yok. Makası elinden bırak şu usturayı al dedim.
     Berber bu sözümün ne anlama geldiğini anlamıştı. Pis pis gülüyordu. Yine de yanlış yapmamak adına bir kez daha sordu:
-                  -       Emin misin abi
    Ben kararımı çoktan vermiştim.
-                 -      Eminim ne bulursan kes.

      Dedim. Biraz sonra usturayı eline alan berber, ortaya oldukça parlak bir kabak çıkarıverdi. O günden sonra köyde parlayan iki şey vardı. Birisi güneş,  birisi de güneş ışığında ayna gibi parlayan kel kafam.Otobüse bindiğimde kızların bana bakarak,  nasıl güldüklerini hiç unutmuyorum. Herkes bana bakıyordu. Onların varlığını hissetmek bende rahatsızlık vermeye başlayınca, ne bakışlarını ne de gülmelerini önemsedim. Yani bu yoğun tempoda her şeyi bir kenara bırakmalıydım. Önce eğlencemi, sonra da kendimi bir kenara koymuştum.




    Nihayetin de sınav günü geldi. 3 saat sonra ortada ne sınav ne de çalışma kalmıştı. Sonuçları kendimiz değerlendirdiğimizde, ikimiz de çok güzel bir üniversiteye gidecek kadar puan alabiliyorduk.  Öyle de oldu. Ama diğer iki arkadaşı o günden sonra köyün sokaklarında gezerken görmedik. Tüydüler, toz oldular sanki mübarekler. Ya da yerin dibine geçtiler. Çünkü sınavları çok kötü geçmişti.  Çünkü asıl geri zekalı onlardı. Sınavları da çok kötü geçecekti tabi. Sen yat oyna, sonrada en güzel bölümü kazan. Yok, böyle bir şey. Asıl onlar kendilerini kandırmışlardı, çalışmaları gereken zamanlarda. Ağustos böceğinden daha ağır ödüyorlardı saz çalmanın bedelini. Allah seni inandırsın. O gün ne yürüyüşlerini gördüm ne de yüzlerini. Pili bitmiş oyuncak gibi evlerinin kenarına yığılı verdiler sanki.



    Biz gezmeye, biz eğlenmeye başladık. Çalışmamız gerektiği zamanda biz yoğun tempo içindeydik. Ama artık eğlenmek hakkımız olmuştu.



Sınavlara Hazırlanmak Blog
Kaynak: Yazık Sınav Canavarı Olmuşsun!

0 yorum:

Yorum Gönder