Her akşam
sokak sokak geziyorsun, Bilgisayarın başındasın. Arkadaşınla saatlerce yazışıp
duruyorsun, abuk sabuk şeyleri. Laf olsun torba dolsun misali. Çok sevdiğin dizi için bütün planlarını
kenara koyuyorsun. Okulda yaşadığın ve
konuştuğun bütün konuları telefonda masaya yatırıyorsun, tekrar tekrar
irdeliyorsun. Bilgisayar oyununu Start
veriyorsun baykuşlar ötünceye kadar kapatmayı bilmiyorsun( Gerçi baykuşların da
nesli tükenmek üzere ya, neyse).
Öncelikle
belirteyim ki bunları yapmadan daha doğal bir şey olamaz. Sorun ne biliyor
musun?
Hey güzel dostum! Hedefini unuttun.
Yürüyecek yolun vardı. Gidecek yerin vardı. Unuttun…
Dershaneye gittim yıldı. Bir
arkadaşımla birlikte her sabah servise binip doğruca dershaneye giderdik. Henüz
hiç kimse gelmemiş olurdu. Boş bir sınıfa girip aklımıza takılan birçok soruyu
çözerdik. Çalışmayı sevmeyen öğrencilerin tabiriyle tam bir inektik. Sonra
dershanenin yoğun temposu başlardı. Öğretmenin birisi gider diğeri gelirdi. Ve
öğleye doğru bu yoğun tempo biterdi. Hiç vakit geçirmeden doğruca servise ve
nihayetinde eve dönerdik. Yemeğini ye. Sonra test kitaplarını al, çalış. Bu
yoğun tempo aylarca böyle devam etti.
Aynı
servisle aynı dershaneye giden iki arkadaşımız daha vardı. Onlarda kendi
aralarında çalışırlardı. Ama onlar bir tuhaf çalışırlardı. Biz servisle hemen
eve dönerdik. Onlar, eğlenmeyi ihmal
etmezlerdi( Helal olsun demek isterdim onlara...) Bilardo salonlarında saatlerini harcayıp
akşama doğru eve dönerlerdi. Çok sıkıldığımız zamanlarda zihnimizin açılması
için yürüyüşe çıkardık. Köyün hedefsiz gençlerinin en büyük eğlencesi futbol
oynamaktı. Bu iki arkadaşı, onların
arasında top oynarken görürdük. Çok mutlu olduklarını, attıkları kahkahadan
anlayabiliyorduk. Bizim yaşantımız onların yaşantısı yanında çok
renksizdi. Kız arkadaşları vardı, Leyla
modunda gezerlerdi. Eğlencenin adı adeta onlarla anılır olmuştu. Eğlenmek ne
haddimize. Her dışarı çıktığımızda onları bir eğlenceli etkinlik yaparken
görürdük. Biz ise geri zekalıydık.
İletişimi kopmuş ruhlar gibiydik. Öyle düşünmüştük, o an. Bir gün onlara bakıp
arkadaşımla sohbete başladım. İlk sözü ben söyledim.
- - Dostum, biz tam anlamıyla bir ot’uz.
- - Evet,
haklısın ben de bunlara bakınca kendimi öyle hissettim.
Biraz düşününce aklıma çok doğru bir
yorum geldi. Arkadaşıma detayından bahsetmeden;
- - Elbet
bizim de eğleneceğimiz gün gelecek dedim.
Yaşantımızın
sıradan, bayat, sıkıcı ve yorucu bu
sürecinde kendimize de zaman ayıramıyorduk. Bu yorucu tempo da ilk kaybettiğim
saçlarım olmuştu. Elimi kafama götürdüğümde top top saçlarımın döküldüğünü
gördüm. Henüz 19 yaşında kel kalmak beni korkutmuştu. Evlenmek için birilerinin
beni beğenmesi gerekirdi. Ama kel bir adamı kim beğenirdi. Ben öyle
düşünmüştüm. Diğer saçlarımı kaybetmemek adına bir gün radikal bir karar aldım.
Berbere gidip masaya oturdum.
- - Kes
dedim.
- Berber bildiği usulden sordu.
- - Kaç
numara yapım abi.
- - Kaç
numarası yok. Makası elinden bırak şu usturayı al dedim.
Berber bu sözümün ne anlama geldiğini
anlamıştı. Pis pis gülüyordu. Yine de yanlış yapmamak adına bir kez daha sordu:
- - Emin
misin abi
Ben kararımı çoktan vermiştim.
- - Eminim
ne bulursan kes.
Dedim. Biraz
sonra usturayı eline alan berber, ortaya oldukça parlak bir kabak çıkarıverdi.
O günden sonra köyde parlayan iki şey vardı. Birisi güneş, birisi de güneş ışığında ayna gibi parlayan
kel kafam.Otobüse
bindiğimde kızların bana bakarak, nasıl
güldüklerini hiç unutmuyorum. Herkes bana bakıyordu. Onların varlığını
hissetmek bende rahatsızlık vermeye başlayınca, ne bakışlarını ne de
gülmelerini önemsedim. Yani bu yoğun tempoda her şeyi bir kenara bırakmalıydım.
Önce eğlencemi, sonra da kendimi bir kenara koymuştum.
Nihayetin de
sınav günü geldi. 3 saat sonra ortada ne sınav ne de çalışma kalmıştı.
Sonuçları kendimiz değerlendirdiğimizde, ikimiz de çok güzel bir üniversiteye
gidecek kadar puan alabiliyorduk. Öyle
de oldu. Ama diğer iki arkadaşı o günden sonra köyün sokaklarında gezerken
görmedik. Tüydüler, toz oldular sanki mübarekler. Ya da yerin dibine geçtiler.
Çünkü sınavları çok kötü geçmişti. Çünkü
asıl geri zekalı onlardı. Sınavları da çok kötü geçecekti tabi. Sen yat oyna,
sonrada en güzel bölümü kazan. Yok, böyle bir şey. Asıl onlar kendilerini
kandırmışlardı, çalışmaları gereken zamanlarda. Ağustos böceğinden daha ağır
ödüyorlardı saz çalmanın bedelini. Allah seni inandırsın. O gün ne
yürüyüşlerini gördüm ne de yüzlerini. Pili bitmiş oyuncak gibi evlerinin
kenarına yığılı verdiler sanki.
Biz gezmeye, biz eğlenmeye başladık.
Çalışmamız gerektiği zamanda biz yoğun tempo içindeydik. Ama artık eğlenmek
hakkımız olmuştu.
Sınavlara Hazırlanmak Blog
Kaynak: Yazık Sınav Canavarı Olmuşsun!
0 yorum:
Yorum Gönder