19 Ocak 2013 Cumartesi

Sınavlarda Sorular Nasıl Çözülür ?

 
         Test sorularını çözerken üç şeye ihtiyacınız vardır, bilgi + yorum + hız. Daha açıkçası sınavlarda başarılı olmak için, bilginizi artırıp, yorum gücünüzü geliştirip, hızınızı yükseltmeniz gerekiyor.

        Bununla birlikte size önerimiz, sınavlara sadece soru çözmeye odaklanarak hazırlanmayın; aynı zamanda konu çalışırken kendi kendinize, sınav mantığına uygun sorular hazırlayın. Bu, çalışmalarınızı daha zevkli yapacak ve soruları çözmek bir süre sonra eğlenceli bir oyun haline gelecektir.

         Hızlı Okuyun, Hızlı Çözün : Soru çözme hızı ile anlayarak okuma hızı aynı değildir. Problem çözerken hız azalır. Ancak kişi anlayarak okuyabilme hızını artırdıkça problem çözme hızı da doğru orantılı olarak artar. Okuma hızını geliştirirken öncelikle amacınız göz kaslarınızı geliştirmek, sırasıyla hızlı görme, algılama, anlama ve öğrenme becerisini pekiştirmek olmalıdır. Asıl amaç anlama odaklı hızı artırmaya çalışmaktır. Bunun için okuduğunuzu başta anlamasanız dahi hızınızı artırmaya devam edin. Sonra hızı koruyarak anlamayı geliştirmeye çalışın. Sonuca ulaşacaksınız.

        Soru Çözerken Gerekli Pratik Bilgi:
  •    Soruları hızla gözden geçirin. İlgili bölüm testlerine cevap vermeden önce bütün sorulara hızla bir göz atın. Bu, zihninizin yeni bölüme geçişini kolaylaştıracak ve testin geneli hakkında fikir verecektir.
  •    Soru kökünü anlamadan metni veya seçenekleri okumayın. Beyniniz neyi anlaması gerektiği konusunda yeterince hazır olursa sonuca daha hızlı ulaşabilirsiniz.
  •   Doğruluğundan kesin emin olduğunuz seçeneği belirlediğinizde artık o soruyla oyalanmayın.
  •   Bir başka yol da yanlıştan doğruya gitmenizdir. Seçenekleri ikiye indirgediğinizde artık tahmininizi zorlayabilirsiniz.
         Bütün sorular aynı zorlukta değildir; ancak puanların hesaplanmasında aynı testteki soruların ağırlığı aynıdır.Soruların zorlukları %10 çok zor, %20 zor, %40 normal, %20 kolay, %10 çok kolay sorulardan oluşur. Tabi bu, biraz da ne kadar çalıştığınıza bağlıdır. Kolay soruları çözmek için 35-45 saniye yeterken zor sorularda bu süre iki dakikaya kadar çıkabilir. Her soru için ortalama bir dakika süre öngörülmüştür. Turlama tekniğini kullanın.

        Bu yöntem, sorulara takılıp moralinizin bozulmasına ve diğer soru çözümlerinin de olumsuz etkilenmesine engel olur. İlk turda kolaylıkla yapabileceğiniz soruları işaretledikten sonra diğer sorulara geçin. Bir süre sonra tekrar takıldığınız sorulara dönün.

       Soru kökünün veya metninin uzun oluşu sizin için daha fazla ipucu anlamına gelir.Bu nedenle uzun metinli sorular daha kolay çözülebilen sorular olarak algılanmalıdır.Yapılan araştırmalar, iki seçeneğe indirilmiş sorularda akla ilk gelenin genellikle doğru tahmin olduğunu göstermektedir. Buradaki “tahmin” kelimesi tahminden daha fazla anlam taşımaktadır. Bunun için ilk tahmininizi bir kez daha tetkik edin. Bazen dikkatiniz istenen şeyin tam aksine odaklanır ve yanlış seçeneğe yönelirsiniz.

       Bu zaafınızdan test uzmanları yararlanır; insan psikolojisi soru içindeki ifadeleri olumlu yönde algılama eğilimlidir. Bu nedenle soru formlarında altı çizili veya kalın yazı karakterli ifadeleri daha dikkatli okumalısınız. Örneğin “hangisidir?” sorusunun “hangisi değildir” sorusu ile karıştırılması yaygın hatalardan biridir.

18 Ocak 2013 Cuma

Mekanın Büyüsü ( Ders Çalışma Ortamının Cazibesi )



          Ders çalışılacak oda özel düzenlenmeli, Duvarlar bomboş olmalı, her yer düzenli olmalı. Ortada bir çalışma masası olmalı. Masa üzerinde bir bardak su olmalı. Duvarlar sesten yalıtılmış olmalı. Yok ya!
Tabi ki şaka yapıyorum. Hiçbir öğrencinin odası da öyle değildir zaten. Ama birçok eğitimci buna benzer şeyler söyler. Doğru olmadığını söylemek isterim. Ya da herkes için geçerli olmadığını.

         Ders çalışmada mekanın önemi yoktur. Önemli olan konsantrasyonu yakalamaktır. Yakaladığın her yer senin için uygun bir mekandır. Bu konsantrasyonu nerede yakalayabiliyorsan orada çalışmalısın. Daha önce dediğim gibi insan metabolizmasının özel bir uyum yeteneği vardır. Bu uyum sürecini bozmamalısın. Ama küçük değişiklikler seni mutlu edecekse mutlaka yapmalısın. Bazen odadaki eşyaların sürekli aynı yerde durması sana rahatsızlık verebilir. Düzenli bir odan var diyelim. Bir gün hiç nedeni yokken eşyaların yerlerini değiştirmek gereği hissedebilirsin. Değiştirmelisin de. Mutlu olduğunu göreceksin.

        Sırf bu egomuzu tatmin etmek için, bir aile dostumla odadaki kanepeleri ters çevirmiştik. Tabi doğru olduğunu söyleyemeyiz ama. İnsan çalışma odası da olsa bazen ciddi değişiklikler yapma gereği hissedebilir. Çünkü her şey zamana çok sıradan gelmeye başlar. Böyle olunca odaya girme isteği azalır. Bu sıradan halden kurtulmak için zaman zaman değişiklikler yapabilirsin. Bu durum çoğunun dediği gibi dikkatinizi dağıtmaz. Tam tersine seni mutlu edeceği için algılamanı kolaylaştırır. Masan varsa, dolabın varsa yerlerini değiştirebilirsin. Seni mutlu edecekse çok sevdiğin bir halıyı bile değiştirebilirsin. Hiç bir sakıncası yok.

       Eğer sen gürültülü bir ortamda çalışmaya alışmış isen odanda mutlaka gürültü olmalı. Bu gürültüyü sağlamak için özel bir teşebbüsün olmasın. Mesela Bir davulcu tutup da davul çaldırma. İçerideki televizyonun sesini biraz duyman seni rahatlatacaktır. Mesela bebekler içinde böyle durum söz konusudur. Anneler bebekleri uyusun diye odanın çok sessiz olmasını sağlamak isterler. Ama dikkat edin bebekler hafif bir sesin olduğu ortamlarda daha rahat uyurlar. Maalesef çoğu anne bunun farkına bile varmaz. Sesiz bir ortamda uyuyan bekler daha sık uyanırlar. Çok sessiz bir ortamda, çevreden gelen sesleri duymaya başlarsın. Ne gibi sesler diyeceksin?

     Yukarıdan gelen bir tabak kırılma sesi mesala ;

         -   Gavur sıpası! Allah belanı vermesin kırdın tabağı !

    Yan taraftan gelen bir ses. Bir çocuk sesi :

        -    Anne çişim geldi.

        -    Oğlum donuna yap. Şimdi diziyi bırakıp da gelemem. Ben sonra değiştiririm.

    Aşağıdan gelen bir ses. Kadın başlar.

       -   Yeter artık. Seninle evlendiğim için ben bir eşeğim. Hem de semerlisinden.

       -   Oy kafam. Asıl eşek benim. Kafama ne vuruyorsun deli kadın! Oy anam oy!

       -  Sen, kafanı kırmadığıma dua et.( Böyle bir konuşmaya şahit olmuştum.)

   Dışarıdan gelen bir ses:

       -   Ayşe versene topumu.
   
       -  Vermem. Geçen sende benim bebeğimin, saç tokasının taşını almıştın.

        Tabi çok daha ilginç sesler duyduğun olmuştur. En üst komşunun musluğu bozuktur. Yarım açıldığı için bir cazırtı sesi gelir ki sorma. Apartman neredeyse yıkılır.Yine yan taraftan bir televizyon sesi. Televizyonda bir kadın sevdiğine nazlanmaktadır .

      -  Artık çok uzaklara gidiyorum yavrum.Başıma saksı düştükten sonra anladım ki buralar bana göre değil.

     -  Lütfen beni de götür lütfen. Geçen gün komşunun çocuğu, pardon pitbul’u ayağımı ısırdı. Ben de kalamam. Süpürgene binip gidelim Henry

     -   Bi tanem ...

     -   Lütfen Henry

     -   Ben yalnız başına aylak aylak gezen bir serseriyim. Hem süpürgem iki kişiyi çekmez. Israr etme lütfen
   
      Bu arada dışarıdan çok yüksek düzeyde bir motor sesi duyarsın. Zannedersin ki, bir uçak pencerenin önünden geçiyor. Alakası yok. Oldukça eski, egzozu sökülmüş küçük bir motordur. Anti-sosyal bir serserinin çıkardığı sesten başka bir şey değildir duyduğun.Bu sesler armonisi çok sessiz bir ortamda çalıştığında hep dikkatini çeker. Çünkü kimse dağ başında yaşamıyor. Oysa hafif bir gürültüde daha iyi motive olabilirsin. Yaşadığın ortamlar hep öyle. Farkında mısın sen böyle ortamlara alıştın.

     Lütfen dikkat; duvara tik tak ses çıkaran saatlerden asma. Çünkü saat tam bir dikkat avcısıdır. Özellikle sessiz bir ortamda mutlaka varlığını hissettirir. Eğer dağınık bir ortamda çalışmayı seviyorsan odanın dağınık olmasında bence bir sakıncası yok. Dağınık bir ortamda yaşamaya alışmış isen ve motive olabiliyorsan öyle devam et.

      Bazen mutluluk rengarenk olmayı gerektirir. Arayıp bulmalısın onu.Dershanenin olmadığı zamanlarda dışarıda çalışmayı çok severdim. Evimizin yakınlarında büyük söğüt ağaçları vardı. Bu ağaçlardan birinin dalı merdiven gibi yana uzamıştı. Uzayan bu dal, iğde ağaçlarının içine giriyordu. Elimde test kitabım, kalemim yukarı dala çıkardım. Görmeni isterdim. Söğüt ağacının dalı iğde ağacının üzerinde adeta bir oda oluşturmuştu. Rahatlıkla çıkıp oturulabiliyordu. En ilginç tarafı, seni bu dalların arasından kimsenin görememesiydi.

      O günden sonra bunaldığımı hissettiğim zamanlarda, söğüt ağacının üzerine çıkıp çalışmaya başladım. Hafif bir rüzgâr esince, ağacın dalı ve üzerinde ben, beşik gibi sallanırdık. Bir ağaç dalı üzerinde ders çalışmak son derece mutluluk vericiydi.Anlatmak istediğim mekânın nasıl olduğunun hiçbir önemin olmaması. Nerede rahat çalışacağını hissediyorsan orada çalış. Renklendir  mekanını.

     Odanıza dikkatinizi dağıtacak resim fotoğraf asmayın derler. Bence seni mutlu edecekse as. Seni motive edecekse mutlaka as. Hiç vakit kaybetmeden as.

     Hatta özellikle asmanızı istediğim bir fotoğraf, bir resim var. Hani geçmişe dair bir anın vardır. Bazen bir piknik yaptığın yer. Bazen çok değer verdiğin bir arkadaşınla, çekilmiş bir resim. Ya da bir bayram sahnesini gösteren bir görüntü. Geçmişine dönük olmayabilir bu resim. İleride yaşamak istediğin bir şehir, Hep gitmeyi hayal ettiğin çok güzel bir mekân, ya da benzeri ne olursa. Lütfen bu resimleri odanın bir köşesine özellikle as. Bak o zaman odanı daha çok seveceksin. Odanı sevmek, senin dersin içine girmeni kolaylaştıracak. Eğer benzeri bir fotoğraf bulamadınsa bir manzara resmi asmanda fayda var. Çünkü doğaya bakmak, resim de olsa kişiye büyük bir rahatlık verir. Anlaştık mı?

    Çalışma odan, odandaki her şey sana aittir. Bu odayı düzenleme görevi de senindir. Nasıl bir oda istiyorsan öyle olmalı.

    Odandaki gece dostuna dikkat.Eğer odanda yatağın varsa ciddi bir mücadele içindesin demektir. Yatağın sürekli seni çağırır. “Hadi gel yat” Çünkü yatak demek uyku demektir. İsmini bile söylesen birçok insanın esnediğini görürsün. Peki, ne yapmalı?

     Yatağı odadan çıkartmak gibi bir şansımız olmadığına göre, başka çözümler bulabilirsin. Öncelikle yatağının üzerini, mutlaka bir örtü ile kapatmalısın. Çünkü açık yorgan ve açık yatak, bireyi uyuması için tetikler. Aslında ortada yatakla alakalı bir durum yoktur. Olay bütünüyle beyinle alakalıdır. Yatak denince akla ilk gelen, uyumak eylemidir. Yatak; uyku uyumak için özel yapılmış, oldukça rahatlık verici, yumuşak bir yer. Güzel düşüncelerin rüyaya dönüştüğü muhteşem mekân. Bu ince ayrıntıları anlatırken belki aklına şöyle bir soru gelebilir. Yatak deyince bir insanın aklına uyku geliyorsa, esnemek ihtiyacı hissediliyorsa, duvara astığınız resimle de, tatil aklınıza gelebilir.

      Bu ihtimal çok küçüktür. Gelebilir ama bu bireyin motivasyonunu bozacak düzeyde olmaz.Ayrıca en temel ihtiyaçlardan olan uykunun, beyindeki otomatik hatırlatma süreci kısadır. Her zaman yattığınız saat, hatta dakika dolduğunda aniden uyku bastırıverir. Bu durum gün içinde tekrarlanır.

      Ama tatilin beyindeki kayıt süreci kişiden kişiye değişmekle birlikte geniş bir zaman diliminde ele alınır. Bizde tatil deyince havaların ısınması, okulun ya da dershanenin bitmesi, Anne babanın yıllık iznini alması, cepte bir miktar birikmiş paranın olması gerekir. Ancak bu şartlar oluştuğunda yada sürece ulaşıldığında tatil düşüncesi depreşebilir. Sanırım bu cevap seni tatmin etti.

      Odanın bol oksijen almasına dikkat etmelisin. Beynine ne kadar çok oksijen giderse zihnin o kadar açık olur. Oksijenin tükendiği bir ortamda uyku çöker. Uyku ise motivasyon düşmanıdır. Okur okur anlamasın. Tekrar okumak gereği hissedersin.

      Sana odan konusunda bir önerim daha olacak. Belki küçük ayrıntılar ama son derece kendini iyi hissedeceksin. Odanın güzel kokması seni mutlu edecektir. Özellikle odaya ilk girdiğinde kokunun güzelliği, seni büyüleyecektir. Burada önemli bir ayrıntıdan bahsedeceğim. Sprey tarzı bir koku rahatsız edici olabilir. Bu durumda kaş yaparken göz çıkarmış oluruz. Doğal kokular kullanmalısın. Nereden bulacağım dediğin duyar gibiyim.

    Söyleyeyim. Hem de çok ucuza bulabilirsin. Doğruca şifalı bitkiler ya da baharat satan aktarlara gidebilirsin. Orada damıtılmış yağı çıkarılmış bitkilerin esanslarını bulacaksın. Bu kokular tamamen çiçek gibi kokuyor, düşündüğün tarzda ( halk arasında hacı kokusu olarak bilenlerden değil) değil. O esans hem ferah bir koku verecek hem de kesinlikle seni rahatsız etmeyecek.

    NOT: Birçok kişinin uzmanın aklına “ya kardeşim; sınava mı hazırlanıyoruz yoksa düğüne mi” diye bir soru gelebilir.

    Böyle bir soru soran zatı muhtereme; Odanı neden bakan odası gibi döşediğini sormak isterim. Neden? Sıradan bir okul müdürünün odasına bakınca şaşırıyorsun. Okulunun diğer odaları dökülürken kendi odası Kral köşkü gibi. Çalışan öğrencinin de her şey hakkı. Amacım sadece mekânın psikolojik rahatlığını öğrencinin yaşamasıdır. Bu ayrıntılar bizi çepeçevre kucakladığında başarının nasıl gerçekleştiğini göreceksin.

   NOT: Böyle bir odada Vallahi bende de ders çalışmak isterim.




Sınavlara Hazırlanmak Blog
Kaynak: Yazık Sınav Canavarı Olmuşsun!

16 Ocak 2013 Çarşamba

Çalış Ama Nasıl ?






         Ders çalışma;  yaptığın yapacağın bütün öğrencilik faaliyetinin temel eksenidir. Yani ders çalışma konusu bütün başarının temelidir.  Her gelenin salladığı,  üfürmelerin, rutin diyalogların, en sıkıcı konuşmaların yapıldığı bölümdür bu. Her ağzını açanın söyleyeceği bir şey mutlaka vardır:
  •              Gecenin 1’inde ders çalışılır mı hiç.
  •             Müzik dinleyerek ders çalışıldığını gördün mü sen.
  •        Plana uyacaksın, kesinlikle taviz vermeyeceksin.
  •            Loş ışıkta ders çalışmak insanı yorar.
  •              Dağınık oda da çalışmak dikkati dağıtır.
  •       Gürültülü ortamda ders çalışılmaz.


       Yukarıdaki söylenenlerde bir abeslik var mı?
………
        Bence var. Sana birazdan ayrıntılı bir şekilde açıklayacağım. Bu sözleri söyleyenler,  hep bir şeyi unuttular. Karşısındakinin bir insan olduğunu. İnsan metabolizmasının uyum sağlayabilme yeteneğinin olduğunu bildiklerinden hep bu zorlama mekanizmasını kullandılar. İnsanın doğasının bir parçasının da özgürlük olduğunu unuttular. Çok  ilginç dayatmaları konuşacağız ki güleceksin. Hakikaten öyle diyeceksin. Bazı muhteşem şahsiyetlerin ders çalışma işini bir sanat olarak görmüşlerdir.  Süreç eşittir sanat. Vay be ne mantık. Teşbih değilse arızalı bir düşünce.  Azından ders çalışmak bir süreçtir. Ya da bir şaheser oluşturma sürecidir deseler, doğru olacak. Ama demiyorlar.

       Çoğunlukla duyduğun bir cümle vardır. Düzenli çalışan başarılı olur?Evet, ilk bakışta doğru bir cümle. Ama gerçek hiç de öyle değil. Şimdi soruyorum nasıl? Adamın yaşantısı dağınıksa nasıl düzenli ders çalışacak? Her gün yaptığı rutin işlerin bile farklı olduğu insanlar gördüm. Her vakitleri farklı. Tuvalet zamanları, kahvaltı zamanları, hatta yatış ve kalkış saatleri. Hepsi farklı. Bir bakmışsın bir gün altıda, diğer gün 12.00’de kalkmış.

       Daha da ilginci,  kahvaltıyı öğle yemeğiyle karıştıranları gördüm. Sabah kahvaltısında kocaman bir döner dürümü, afiyetle yiyenleri, kahvaltıyı soğansız yapmam diyenleri biliyorum. Dolabın içine girip ders çalışan insanları duymuşsundur. Elinde el feneri dolabın içinde kitap okuyor. Enteresan! Ama normal. Çünkü hiç kimse eşit yaratılmamış. Yapılanların hepsi doğru.

        Bilim adamları bu konuda birçok yöntemden bahsetmişler. Ben sana bunları teker teker anlatmayacağım. Sana anlatmak istediğim, verimli öğrenmenin nasıl yapıldığıyla alakalı.
Bu kitabı okuyan birçok eğitimci, konuyla ilgili bir standardı nasıl oluşturacağız diye bir soru soracak. Cevabını hemen vereyim.

        Sadece tek bir yöntemi dayatmayarak. Zaten bu faaliyetin bir standardı olmaz. Bir şekli olmaz. Bir mekanı olmaz. Yani ders masada, odada sessizce çalışılmalıdır. Denirse yanlış olur. Bu şekilde düşünenler hep yanıldılar. Yanıldıkları için söylediklerini  kimse dikkate almadı. Seminerlerinde uyuttular. Dinleyen de bir daha benzeri seminerlere gelmek istemedi.

       Değişik özelliği olan, değişik alışkanlıkları olan bu bireylerin birleştikleri bir nokta yok mu?   Var! Öğrenme davranışı; yöntemler farklı olsa da öğrenmenin psikodinamiği aynı. Yani algılama ve kaydetme süreci farklı değil.

       En iyi öğrenme nasıl gerçekleşecek. Bilim adamları Bu en iyi öğrenme davranışına kalıcı öğrenme demişler. Bütün amaç bu kalitede öğrenmeyi sağlamak.  Konuyla ilgili o kadar soyut bilgi var ki. İnsanlar, içlerinden uygulayabilecekleri bir yöntem seçmekten acizler.Şimdi sana bu soyut bilgileri uygulanabilir bir yöntemle sunmaya çalışacağım.Hazır mısın?
……………..

      Kalıcı öğrenme denilen şey nasıl gerçekleşecek? İşte senin öğrenmedeki amacın bunu sağlamak. Kalıcı öğrenme dediğimiz şey aslında bilgilerin çabuk unutulmayacak şekilde belleğe kaydedilmesidir. Tabi burada unutmanın varlığı da gözümüze çarpıyor.

     Unutmak; ilk duyduğumuzda olumsuz bir terim gibi. Ama yaşamın ta kendisi. İnsan unutmazsa ölür. Gerçi bilim adamları unutma yoktur kayıtlı bilgileri, güncel belleğe almakta sıkıntı vardır deseler de somut bir şey var. Eğer üzerine biriken bilgileri, uzunca bir sürecin ardından hatırlamakta sıkıntı yaşıyorsak unutuyoruz demektir. Şimdi unutmak neden iyi bir şey;

      Çok sevdiğin bir arkadaşınla kaldırımda yürüyorsun. Hava oldukça güzel. Her şey yolunda gözüküyor. Mutlusunuz. Sohbetiniz kahve tadında. Aranızda bu sohbet hiç bitmesin istiyorsunuz. Sonra bir köşeden anti-sosyal bir maganda arabasıyla meydana çıkıveriyor. Sen onu fark edene kadar o yanından geçip gidiyor. Sadece arabanın yanından geçtiğini görüyorsun. Sonra şaşkınlıkla arkadaşına baktığında onu göremiyorsun. Arkadaşın yanında yok. Araba sana çarpmadı ama yanındaki arkadaşını sonsuza götürdü.  Duygusal bir travma yaşatmamak adına istersen gerisine hiç girmeyeyim. Neticesinde sen o gün arkadaşını kaybettin. Bu yaşadığın olayı ve kaybın acısını,  o gün o kadar şiddetli yaşadın ki ancak doktor yardımıyla ayakta durabildin. Şimdi o günün acısını ve olayın tazeliğini her gün yaşayacak olsan; acaba yaşama kaç gün direnebilirsin? Direnemezsin. 10 gün beklide 12 gün, sonrasında ya ruh sağlığını tamamen kaybedersin ya da beden sağlığını. Demek ki unutmak yaşamın bir parçası.

      Yaşamın bir parçası olan unutma, bize öğrenme noktasında tam anlamıyla kazık atıyor. Belleğimizdeki kayıtlı bilgileri yavaş yavaş siliyor.  Ne yapmak gerek. Öncelikle bilgi kayıtlarımızı sahilin dalgalarla getirdiği kumlara yazmamak gerek. Eğer suyun ulaştığı bir noktaya ne yazarsak yazalım silineceği açık.  Yani silinmeyecek bir yerlere yazmalıyız.  İşin Türkçesi geç silinecek olan uzun süreli belleğe.
Peki nasıl olacak?

     İnsan en iyi öğrenme davranışını yaşayarak yaparak gerçekleştiriyor.  Gerçi öğrendiği bilgiyi, başkasına anlattığında daha da yüksek bir kalıcılık sağlanmış oluyor. Soru, Odanda özgürce ders çalışabilme imkanın var mı?
……….

    Şimdi iyi dinle;

      Derste anlatılan bir olay ise,  olayın başkahramanı olarak kendini hissedebilirsin. Hiç bir sakınca yok. Bir gün Yavuz olmanda, Bir gün Atilla olmanda hiçbir abeslik yok. Öğreneceğin metni yüksek sesle vurgulu bir şekilde okumalısın. Kendine değil ama. Konuyu anlatacağın zavallı bir canlı bulamayacağından, hemen bir köşede duran sandalyeyi kurban seçebilirsin. O senin için günah keçisi( yani zavallı öğrenci)  olabilir. İhtiraz edeceğini sanmam. Böyle bir anlatımda,  bütün duyu organlarını işin içine katacağından yüksek kalitede bir kayıt yapmış olacaksın. Peki, sayısal derste nasıl edeceksin?  Kolay, hem de çok kolay. Yöntem yine aynı olacak.

     Acilen üzerine yazı yazabileceğin bir yazı tahtası almalısın. Çok büyük olmasına gerek yok. Odanda bir köşeye koy. Karşına da günah keçini ( sandalyeni) oturt. Matematik sorunu tahtaya yaz. Nasıl çözüldüğünü bu sandalyeye anlat. Belki sana komik gelecek ama öğrenmenin üst düzeyde gerçekleştiğini göreceksin. Aslında burada yaptığın bir bakıma öğretmenlik olacak. Böyle yaptığında öğrenmede kalıcılığın çok yüksek olacak.

     Ezber dersleri için neredeyse hiç kullanılmayan soyağacı tekniğini önerebilirim.  Bu yöntem bu güne kadar çoğu ders için hiç kullanılmadı. Benzer haritalar kullanıldı. Ama çok karışık oldukları için öğrenciler tarafından pek benimsenmedi. Bu yöntemi sadece sen kullandığın için büyük bir avantaj elde edeceksin.  Şimdi sana bu yöntemi nasıl kullanman gerektiğini göstereceğim. Bu yöntemi kimyadan biyolojiye, tarihten coğrafyaya, edebiyattan fiziğe kadar bütün dersler için kullanabilirsin. 

      Örnekle açıklayalım;  şimdi bir büyük ağaç gövdesi çizdik. Adına Cumhuriyet Öncesi Türk Edebiyatı dedik. Sonra da her edebi akım için bir dal çizdik. En etkili olan akım için en büyük dalı çizmeliyiz. Her dalın üzerine o akımın adını yazdık. Sonra her akımın kaç tane temsilcisi varsa,  onların adeti kadar daha küçük dal çizdik. Her temsilcinin getirdiği yenilikleri veya eserleri birer yaprak çizip içine not ettik. Netice de büyük bir ağaç oluşuverdi. Bunu da odamıza astık. İşte 100’ lerce sayfalık bilgi bütün basitliğiyle karşında. Bütün dağınıklığıyla konu anlamlı bir bütün olarak karşında. Özellikle öğrenilecek konunun sayfalar dolusu yer tutması, Ana düşünceden uzaklaşma gibi bir sorunu böylece hiç yaşamamış olacaksın. Bu yöntem, birçok derste yüzlerce konuya uygulanabilecek basitleştirme hareketidir. Bu yöntem, Bu günden sonra eğitim alanında yerini alacaktır.

     Benim senin için özellikle önereceğim teknikler bunlar. Diğer birçok teknik var. Bunlar klasik oldukları için çok fazla değinmek gereği hissetmedim. Zaten birçoğunu da sen çok iyi biliyorsun.



Sınavlara Hazırlanmak Blog
Kaynak: Yazık Sınav Canavarı Olmuşsun!

15 Ocak 2013 Salı

İnanmadan Yürümek Olmaz



        Hiç kimse yoktur ki inanmadan başaramaz. Diyelim ki sen bir askersin. Kaybedeceğini bilerek savaşır mısın? Savaşmazsın. Fatih’i İstanbul un surları önüne getiren güç budur işte. Büyük önderimiz Mustafa kemal Atatürk’ün askerlerine ölümü emrederken inandığı şey de budur.

       Göçmen kuşlarını düşün. Büyük denizlerin, büyük çöllerin üzerlerinden geçip giderler. İnanmasalar bu yolculuğa çıkarlar mı dersin? Büyük bir nehir kenarına geldin karşıya geçmen gerek. “Ben boğulurum ama yine de karşıya geçmeyi deneyim” der misin? Demezsin. Dersen boğulursun çünkü.

       Bilim adamları, iki idam mahkumunu, kobay olarak kullanmak üzere istemişler. Yetkililer bilime feda olsun deyip mahkumları vermişler. İki idam mahkumunu bir odaya koymuşlar. Başka bir odada iki bardağa biraz su doldurup, birkaç damla da mürekkep dökmüşler. Birinin içine öldürücü bir zehir ilave etmişler. Hakikaten o zehir ölümcül bir zehirdir. Sonra bardakla beraber mahkumların yanlarına gelmişler. “birazdan bu zehirli suları içip öleceksiniz demişler. Zehirli bardağı zorla mahkumun birine içirmişler. Mahkum zehrin etkisiyle çırpınarak can vermiş. Diğer arkadaşı onun ölümünü seyretmiş. Sonra sıra diğer mahkuma gelmiş. Bilim adamları, içinde sadece mürekkepli su olan bardağı, diğer mahkuma vermişler. Çok ilginçtir ki o mahkûm da ölen arkadaşı gibi çırpınarak ölmüş. Zehirsiz bardaktaki suyu içen mahkumun ölüm sebebi sence ne?
………

        Evet, inanmak. Ölüme inandığı için öldü. Peki, bir insan ölüme inandığı için ölüyorsa, başaracağına inandığında neler olur acaba. “Ben kazanamam ama sınava yine de girer çıkarım” diyorsan hiç girme. Çünkü başarma şansın hiç olmayacak. Hiçbir balıkçı, göle ağını atarken “balık çıkmaz ama gene de atayım” demez.
İnanmalısın. Ortaya koyduğun hedefin büyüklüğü ölçüsünde inanmalısın.

       “ Ben başaracağım, ben kesinlikle kazanacağım” demelisin. Bu inancı bütün kalbinde de hissetmelisin. Sınavı kazananlara baktığında, “bunlar benden daha zekidir” der misin? Gerçekten senden daha zeki olduklarını düşünür müsün? Bence sende onlar kadar zekisin. Hedef olmadan inanmak olmaz. İnanmadan çalışmak olmaz. Zaman zaman sınıflarda Enteresan öğrenci tipleriyle karşılaştım. Sen de bilirsin.
Öğretmen sorar:
        -    Oğlum ne olmak istiyorsun?
        -    Hocam ben pilot olmak istiyorum.
        -    Sen oğlum
        -    Gemi kaptanı hocam.
       Arkadaşlarının “vay be! Yanımızda ne cevherler taşıyormuşuz da farkında değilmişiz” sözleri arasında gururlanırken aslında kendisi de olamayacağını çok iyi bilir. Yalan söylediğini de. Onun ki sadece laf olsun. Sözde kalsa da o an geçici bir mutluluk yaşamıştır. İnanmak kalp işidir. İnandığını dille değil yüreğinle söylemelisin. İşte o zaman kendini daha güçlü hissedersin. Hedefini elde etmeye olan inancın, sende çalışma azmini de tetikleyecektir.

      Bu konuda pısırık olmamalısın. Hedefine ulaşacağını, açık bir yürekle en yüksek tondan söylemelisin. Hiç çekinmeden herkese söyleyebilmelisin. Her söylediğinde kendin de duyacağından, içindeki tereddüt izleri yavaş yavaş silinecek.



Sınavlara Hazırlanmak Blog
Kaynak: Yazık Sınav Canavarı Olmuşsun!

14 Ocak 2013 Pazartesi

Bakışlar ve Sözlerle Vurulma (Gizemli Sır)




      Bilinen bir deney vardır. Benzer örneklerini bilirsin. Sana, bizzat gördüğüm bu deneyden bahsetmek istiyorum. Çok sevgili dostum, bir gün deney yapmaya karar verir.

       Pazardan bütün özellikleri birbirine yakın iki elma alır. Görünüşü, ağırlığı, rengi aynı bu iki elmayı iki eşit kavanozun içine koyar. İkisinin de ağzını sıkıca kapatır. Her gün bu kavanozların başına gelip birine iyilikle ilgili, diğerine kötülükle ilgili sözler söyler. Şanslı elmaya“ Canım elmam sen çok güzelsin. Dünyanın en güzel elması sensin. Sen bir tanesin” der. Diğer kavanozdaki elmaya da tam tersi sözler nasip olur. “Sen çok iğrenç bir elmasın. Sen lanet olası bir meyvesin, kahrolasın, mahvolasın” gibi. Neticesinde bir gün evine ziyarete gittiğimde, yaptığı deneyden bahsetti ve elmaları gösterdi. Fark görüp görmediğimi sordu.

      Fark o kadar bariz bir şekilde ortadaydı ki. Sokaktan bir deli getirseniz bilebilirdi. Güzel sözlerin nasip olduğu elma,  dalından yeni koparılmış gibi parlak dururken;  diğer kötü sözleri sindiren elma ise, kararmış, bazı yerleri delinmiş, çürümeye başlamıştı.Vay be! Bir bakışın gücünü ilk kez somut olarak görüyordum. Zavallı elmanın yerinde olmak istemezdim. Arkadaşım asla yalan söyleyecek birisi olmadığı için çok şaşırmıştım.

        Burada sözlerin gücü açıkça ispat edilmiş oluyordu. Peki, bu olumlu sözler nerde işimize yarayacak?Sana bir sır vermek istiyorum. Çevresindeki insanların “Bu çocuk başarır, üniversiteyi kazanır” dediği kişiler kesinlikle başarılı olmuşlardır.

      Somutlaştıralım;    Bu dediğimi yaptığında başarının katlanarak arttığını göreceksin Her gün; 

  • Annenden, babandan, komşundan, teyzenden, dedenden çok düzenli, çalışkan olduğuna dair şeyler söylemesini iste. Mümkün olduğu kadar.
  • Arkadaşlarından sana her gün “ sen başarırsın ” demelerini rica et. Hangi konuda olursa olsun öğretmeninin sana övücü sözcükler söylemesini iste.
  • Her sabah hiç tanımadığın insanlara( cinsiyet açısından sıkıntı doğurabilir, dikkat etmelisin) selam ver.
  • Arada bir denemelerde başarılı olan arkadaşlarını kutla.
  • Hiç yapmıyorsan babana işlerinin nasıl gittiğini sor. Annene; onu çok sevdiğin söyle, sarıl.
  • Arada bir, hiç tanımadığın bir çocuğa şeker al.
      İçinden, başarıyı artırmakla bunların alakası ne,  dediğini duyar gibiyim. Bunu yaparsam millet enayi der. Diye düşünmüş olabilirsin. Hemen söyleyeyim.Şekli bozulan elmayı hatırladın mı? Kötü bakışlar ve sözler altında delik deşik olmuştu. Bir de iyi elmamız vardı. Şu sıfır kilometre gibi görünen. Neden capcanlı duruyordu. İyi bakışlar altında, iyi sözler duyduğu için tabi.

      Soruyorum sana, iyi bir sözle, bakışla bir elma daha  güzel oluyorsa,  Sen neden olmayasın. Başarılı olduğuna ve olacağına dair söz duyarak neden daha başarılı olmayasın. Dene göreceksin.

      Söylediğimi yap başarının arttığını, ders çalışmayı sevmeye başladığını, daha mutlu olduğunu göreceksin. Mutlu insan’ın zihni daha duru olur.  Gülücükle baktın, gülücük aldın. İyilik yaptın, teşekkür aldın. Tebrik ettin tebessümle, mahcubiyetle “inşallah sen de olursun” cevabını aldın. Yani olumlu birçok mesajı ve güzel bakışı üzerinde topladın. Daha da somutlaştırayım. Çevrendeki insanların güzel bakış ve düşünceleri seni çok mutlu etti. Yani ders çalışmaya, başarmaya kanalize oldun. Motive oldun. Anladın mı? Anlamadım diyorsan  diyorsan,  bu önerim çöpe gidecek demektir. Senin adına üzgünüm

      Ataların bir sözü vardır. “Bir insana kırk gün deli de, deli olur”. Bir deneyle bunu görebilirsin. Ertesi gün okula gittiğinde bir arkadaşını yem seç. Diğer birçok arkadaşından senin gibi davranmalarını iste. Ciddi olmalarını söyle. Farklı zaman ve mekânlarda “ Ya! İbrahim sen hasta mısın? Bu gün rengin çok soluk görünüyor “deyin. Ciddiyetten hiç taviz vermeden bunu değişik arkadaşlarınızla destekleyin. Sonra da arkadaşınızın nasıl hastalanmaya başladığını gözlerinizle izleyin. Demek istediğim, olumsuz sözler her zaman olumsuz etki yapar. Bir adam eğer serseri olmuş ise. Toplumun olumsuz bakışlar altında düzelmesi imkânsızdır. O nedenle kesinlikle çevreden gelecek olumsuz mesaj ve bakışları üzerine çekmemeye özen göster. Bu küçük ayrıntıların sonuçları çok büyük olur. Başarının sırrı da bu ayrıntılarda gizli.
Sanırım bakışın gücünü,  en keskin örneği verip,  konuyu sana bir daha anlatsam iyi olacak.

    Olumsuz bakışlar bazen daha da tehlikeli olabilir. Bizler nazara inanan insanlarız. Bir bakışın bazen çok daha tehlikeli olabileceğini biliriz. Çevremizde çok olmuştur. Köyün, her mahallenin bir nazarcı şahsiyeti vardır. Büyük şahsiyet, korkulacak göz… Onlardan herkes korkar. Bir gün üniversitedeyken İhsan Kurt adında bir hocamız anlatmıştı. Olay şöyle gelişmiş.

    “ Konya’ nın bir köyünde öğretmenlik yapıyoruz. Herkes kendi arasında bir adamdan bahsediyor. Adına Aslan Dayı diyorlar. Aslan dayı kimdir diye sorduğumuzda o çok meşhurdur. Baktı mı devirir, deyip, uyarmayı da ihmal etmiyorlar. Bir gün arkadaşımla köy sokaklarında gezinirken Aslan Dayı ile karşılaştık. Tabi merakımız çok. Biraz sohbetten sonra konuya girdik.

   -         Dayı sen baktın mı devirirmişsin.

    Aslan dayı bıyıklarının altından yalancı bir tebessüm attı.
-         
        -    Yok, be yiğenim.  Yok, öyle bir şey. Bunu da nereden çıkardınız?

     Biz ısrar edince Aslan dayı dayanamadı. Hemen yanımızdan bir kız çocuğu, ineklerini çeşmeye götürüyordu. Hayvanların susamış olduğu her hallerinden belliydi.

-              -      Aslan dayı hadi devir dedik.

     Tabi biz olacakları bilmediğimiz için zavallı kızın inekleri hakkında bedavadan tasarrufta bulunuyoruz. Bilseydik öyle olacağını yapar mıydık hiç. Aslan dayı kendisine çok güvendiği için ekledi;

   -   Hangisini devireyim?

      Bizim şaşkınlığımız bir kat daha artmıştı. Adam devirmeyi de aşmış, açık hedef istiyordu. Arkadaşımla ben, kendi aramızda en iri olan bir inekte karar kıldık.  Aslan dayı ineğe öyle bir bakış attı ki; O ne kötü bir bakıştı öyle.  İneği bırak biz bile korktuk.  Allah sizi inandırsın, kocaman inek olduğu yere aniden devriliverdi. Tabi çok geçmeden de çırpınarak öldü. Arkadaşım ve ben, şaşkınlık içinde korkulu gözlerle birbirimize baktık. O köyden tayinimiz çıkıp da gidene kadar Aslan dayı ile karşılaşmamak için, köşe kapmaca oynadık.

    Bu gerçek hikâyede olduğu gibi, durup dururken olumsuz bakışların ve sözlerin istilasına uğrayarak kendimizi kötü hissetmeyelim. Bazen hepimize olur. Nedenini bilmediğimiz bir sıkıntı çöker. Ya da ortada bir sorun yoktur gergin ve mutsuz hissederiz kendimizi. Ya da donuk hissederiz. İşte bu psikolojik durumların çoğu dış kaynaklıdır. Bazen bilmediğimiz bakışlar, sözler bizi vurmuş olabilir.

    Lütfen olumsuz bakışları ve sözleri oluşturacak davranışlardan kaçın. Yolda tartışan iki insan görsen, birbirlerine hakaret ettiğini duysan mutsuz olursun. Sınıfında bir arkadaşın suratını asıp dursa gülemezsin. Farkında olmadan ciddileşirsin.

   Kendi kendine olumlu, olumsuz mesajlar verme konusu da oldukça önemlidir. Sonraki bölümlerde işleyeceğiz...


Sınavlara Hazırlanmak Blog
Kaynak: Yazık Sınav Canavarı Olmuşsun!

12 Ocak 2013 Cumartesi

Sınav Yolculuğuna Başla ve Düşünmeden Yürü




  •         Ders çalışacağım ama birisi üzerime tonlarca yük yüklemiş gibi, kımıldayamıyorum.
  •              Sanki birileri elimden kalemimi defterimi alıyor.
  •             Televizyonun karşısında otururken bir bakmışım zaman akıp gitmiş.
  •       Üf ya! Konular çok birikti. Neresinden başlayacağım bilemiyorum.

     Sana bir soru: Sen tembel misin?
              
      Cevabın evet ise Yukarıdaki serzenişler tam senlik.  Zevkine düşkün olmalısın. Çay kahve, arkasından kola, ne istersin söyle?  Valla iyi olur dediğini duyar gibiyim. Sen aslında çok çalışan bir öğrenciden daha iradelisin. Sadece bu iradeni çalışmama konusunda gösteriyorsun.  Aslında sana çok yazık. Neden mi?
Ders çalışmayı düşünmek, ders çalışmaktan daha yorucu çünkü. Ayrıca sana kötü bir haberim var. Hani sen rahatına çok düşkünsün ya. Yerinden kalkamayacak kadar rahat.  Sıcağı görmüş miskin bir kedi gibi mayışık.

       Bu rahatlığın ileride son bulacak, üzgünüm.  Çalışmadığın için başarılı olmayacaksın. Üniversiteye gidemeyeceksin. Üniversiteye gidemedin için,  rahat bir iş bulma şansın olmayacak. Belki de beden işçisi olacaksın. Küçümsemek haddim değil ama bağa bahçeye toprak çapalamaya gideceksin. Ya da bir tamir atölyesinde motor yağlarıyla kararacaksın. Ya da bir ev kızı olarak seçilmeyi bekleyeceksin. Belki bunları da yapmayacak,  sadece gezeceksin. Kafeteryalara takılacaksın   Anne ve babanın baskısıyla çok az bir ücret karşılığı çok basit ama ağır bir işte çalışmak zorunda kalacaksın. Okul arkadaşlarınla karşılaştığında onları görmezlikten geleceksin. Onlar da seni görmezlikten gelecekler zaten. Ne istediğin kızı alabileceksin ne de istediğine varabileceksin. Artık şansına ne çıkarsa.  Belki de hayatın boyunca kıt kanaat geçinmek zorunda kalacaksın. Çocuklarının isteklerini yerine getiremeyeceksin. Dramatize etmeyi hiç sevmem ama çocuğunun istediği bir çikolatayı alamayacaksın. Sana asıl koyan da bu olacak. Hep başkalarına imrenerek bakacaksın.
Farz edelim ki ileride  çok zengin oldun. Pek olmaz ama.  Eğitim almadığın için,  içinde bir ukde olacak.  Her gördüğün üniversite öğrencisinde kendini hayal edeceksin. Gereksiz bir komplekse kapılacaksın.  Ama maalesef gerçek hayatta, oyunlar aynen böyle oynanıyor.

     Şimdi soruyorum. Böyle bir hayat ister misin?Hayır mı? Eğer hayır diyorsan aşağıdaki söyleyeceklerim tam senlik.
  
     Şimdi yerinden kalkıp dersin başına oturdun. Özveriyle büyük bir azimle çalıştın. Çalışmanın karşılığını fazlasıyla aldın. Yılmadın üşenmedin,  neticesinde güzel bir üniversitenin güzel bir bölümünü kazandın. Çevrendeki bakışlar değişiverdi. Senin de onlara bakışın değişti. Tabi başkası için kolay şey değil, İstanbul üniversitesi bilgisayar Mühendisliğini kazanmak.  Okulun bittiğinde güzel bir şirkette dolgun bir maaşla işe başladın diyelim. Muhtemelen kendini de geliştirdiğinde öyle olacak. Mesleğini sen seçtin, evleneceğin insanı da sen seçeceksin. Seçtiğin için en iyisi olsun isteyeceksin. Öyle de olacak. Çocuğunun isteğini yerine getirmekte zorlanmayacaksın. Evin, araban, tatilin hepsi olacak.
Ben de isterim dediğini duyabiliyorum.İster misin?
…………..


     Şimdi sana bir itirafta bulunmanın zamanı geldi. Gerçekten de ders çalışmak zor iş. Eğlenmek dururken kitaba, deftere gömülmek, test yaprakları arasında kaybolmak gerçekten iğrenç. Şunu açıkça söylemeliyim ki, ders çalışmayı seviyorum diyen insan sayısı çok azdır. Ama işte o kişiler işin sırrını keşfetmişlerdir. Başarı,  onlar için çocuk oyuncağıdır.
                      
    Peki, bu kişiler ne yapmışlardır da dersi sever hale gelmişlerdir. Gözlemlerim neticesinde onlar, dersleri bir amaç olarak görmediklerini fark ettim. Dersi, hedefe giden yolda sadece bir araç olarak gördüklerini hissettim. Ders, İstanbul'a gitmek için binilen bir arabadır. Yolculuk sıkıcı olabilir. Sonuçta zenginlik varsa çekilir. Bu sır kaşifleri, ders çalışınca, birçok mükafatı peşin peşin alıyor, aldıkça gaza geliyorlar. Gaza geldikçe de daha hırslı bir şekilde konulara asılıyorlar. Onlar için ders çalışmak bir maratonda koşmak gibidir. Koşmak, maraton koşusu. Ne kadar zorlu bir süreç.  Çekilebilir bir tarafı yok yani. Öyle mi?
Bu maratonda arkada kalmak üzücü. Önde olmaya ne dersin. Gurur verici değil mi? İpi ilk göğüslemek, herkes tarafından alkışlanmak ne hoş değil mi?  Bir sonraki koşu için favori gösterilmek, “  Yeşim, kesin birinci olur” dedirtmek çok hoş değil mi?


Sınavlara Hazırlanmak Blog
Kaynak: Yazık Sınav Canavarı Olmuşsun!

11 Ocak 2013 Cuma

Ders Çalışmayı Ertelemeden Önce Erteleyeceğin Şeyler Var



      Her akşam sokak sokak geziyorsun, Bilgisayarın başındasın. Arkadaşınla saatlerce yazışıp duruyorsun, abuk sabuk şeyleri. Laf olsun torba dolsun misali.  Çok sevdiğin dizi için bütün planlarını kenara koyuyorsun.  Okulda yaşadığın ve konuştuğun bütün konuları telefonda masaya yatırıyorsun, tekrar tekrar irdeliyorsun.  Bilgisayar oyununu Start veriyorsun baykuşlar ötünceye kadar kapatmayı bilmiyorsun( Gerçi baykuşların da nesli tükenmek üzere ya, neyse).

      Öncelikle belirteyim ki bunları yapmadan daha doğal bir şey olamaz. Sorun ne biliyor musun?

      Hey güzel dostum! Hedefini unuttun. Yürüyecek yolun vardı. Gidecek yerin vardı. Unuttun

      Dershaneye gittim yıldı. Bir arkadaşımla birlikte her sabah servise binip doğruca dershaneye giderdik. Henüz hiç kimse gelmemiş olurdu. Boş bir sınıfa girip aklımıza takılan birçok soruyu çözerdik. Çalışmayı sevmeyen öğrencilerin tabiriyle tam bir inektik. Sonra dershanenin yoğun temposu başlardı. Öğretmenin birisi gider diğeri gelirdi. Ve öğleye doğru bu yoğun tempo biterdi. Hiç vakit geçirmeden doğruca servise ve nihayetinde eve dönerdik. Yemeğini ye. Sonra test kitaplarını al, çalış. Bu yoğun tempo aylarca böyle devam etti.

     Aynı servisle aynı dershaneye giden iki arkadaşımız daha vardı. Onlarda kendi aralarında çalışırlardı. Ama onlar bir tuhaf çalışırlardı. Biz servisle hemen eve dönerdik. Onlar,  eğlenmeyi ihmal etmezlerdi( Helal olsun demek isterdim onlara...)  Bilardo salonlarında saatlerini harcayıp akşama doğru eve dönerlerdi. Çok sıkıldığımız zamanlarda zihnimizin açılması için yürüyüşe çıkardık. Köyün hedefsiz gençlerinin en büyük eğlencesi futbol oynamaktı. Bu iki arkadaşı,  onların arasında top oynarken görürdük. Çok mutlu olduklarını, attıkları kahkahadan anlayabiliyorduk. Bizim yaşantımız onların yaşantısı yanında çok renksizdi.  Kız arkadaşları vardı, Leyla modunda gezerlerdi. Eğlencenin adı adeta onlarla anılır olmuştu. Eğlenmek ne haddimize. Her dışarı çıktığımızda onları bir eğlenceli etkinlik yaparken görürdük.  Biz ise geri zekalıydık. İletişimi kopmuş ruhlar gibiydik. Öyle düşünmüştük, o an. Bir gün onlara bakıp arkadaşımla sohbete başladım. İlk sözü ben söyledim.

-                          -   Dostum,  biz tam anlamıyla bir ot’uz.
-                          -    Evet, haklısın ben de bunlara bakınca kendimi öyle hissettim.
    Biraz düşününce aklıma çok doğru bir yorum geldi. Arkadaşıma detayından bahsetmeden;
-                         -     Elbet bizim de eğleneceğimiz gün gelecek dedim.

     Yaşantımızın sıradan, bayat,  sıkıcı ve yorucu bu sürecinde kendimize de zaman ayıramıyorduk. Bu yorucu tempo da ilk kaybettiğim saçlarım olmuştu. Elimi kafama götürdüğümde top top saçlarımın döküldüğünü gördüm. Henüz 19 yaşında kel kalmak beni korkutmuştu. Evlenmek için birilerinin beni beğenmesi gerekirdi. Ama kel bir adamı kim beğenirdi. Ben öyle düşünmüştüm. Diğer saçlarımı kaybetmemek adına bir gün radikal bir karar aldım. Berbere gidip masaya oturdum.

-                      -      Kes dedim.
      -   Berber bildiği usulden sordu.
-                     -       Kaç numara yapım abi.
-                     -       Kaç numarası yok. Makası elinden bırak şu usturayı al dedim.
     Berber bu sözümün ne anlama geldiğini anlamıştı. Pis pis gülüyordu. Yine de yanlış yapmamak adına bir kez daha sordu:
-                  -       Emin misin abi
    Ben kararımı çoktan vermiştim.
-                 -      Eminim ne bulursan kes.

      Dedim. Biraz sonra usturayı eline alan berber, ortaya oldukça parlak bir kabak çıkarıverdi. O günden sonra köyde parlayan iki şey vardı. Birisi güneş,  birisi de güneş ışığında ayna gibi parlayan kel kafam.Otobüse bindiğimde kızların bana bakarak,  nasıl güldüklerini hiç unutmuyorum. Herkes bana bakıyordu. Onların varlığını hissetmek bende rahatsızlık vermeye başlayınca, ne bakışlarını ne de gülmelerini önemsedim. Yani bu yoğun tempoda her şeyi bir kenara bırakmalıydım. Önce eğlencemi, sonra da kendimi bir kenara koymuştum.




    Nihayetin de sınav günü geldi. 3 saat sonra ortada ne sınav ne de çalışma kalmıştı. Sonuçları kendimiz değerlendirdiğimizde, ikimiz de çok güzel bir üniversiteye gidecek kadar puan alabiliyorduk.  Öyle de oldu. Ama diğer iki arkadaşı o günden sonra köyün sokaklarında gezerken görmedik. Tüydüler, toz oldular sanki mübarekler. Ya da yerin dibine geçtiler. Çünkü sınavları çok kötü geçmişti.  Çünkü asıl geri zekalı onlardı. Sınavları da çok kötü geçecekti tabi. Sen yat oyna, sonrada en güzel bölümü kazan. Yok, böyle bir şey. Asıl onlar kendilerini kandırmışlardı, çalışmaları gereken zamanlarda. Ağustos böceğinden daha ağır ödüyorlardı saz çalmanın bedelini. Allah seni inandırsın. O gün ne yürüyüşlerini gördüm ne de yüzlerini. Pili bitmiş oyuncak gibi evlerinin kenarına yığılı verdiler sanki.



    Biz gezmeye, biz eğlenmeye başladık. Çalışmamız gerektiği zamanda biz yoğun tempo içindeydik. Ama artık eğlenmek hakkımız olmuştu.



Sınavlara Hazırlanmak Blog
Kaynak: Yazık Sınav Canavarı Olmuşsun!