Ders çalışma; yaptığın yapacağın bütün öğrencilik
faaliyetinin temel eksenidir. Yani ders çalışma konusu bütün başarının
temelidir. Her gelenin salladığı, üfürmelerin, rutin diyalogların, en sıkıcı
konuşmaların yapıldığı bölümdür bu. Her ağzını açanın söyleyeceği bir şey
mutlaka vardır:
- Gecenin 1’inde ders çalışılır mı hiç.
- Müzik dinleyerek ders çalışıldığını gördün mü sen.
- Plana uyacaksın, kesinlikle taviz vermeyeceksin.
- Loş ışıkta ders çalışmak insanı yorar.
- Dağınık oda da çalışmak dikkati dağıtır.
- Gürültülü ortamda ders çalışılmaz.
Yukarıdaki söylenenlerde bir abeslik
var mı?
………
Bence var. Sana birazdan ayrıntılı
bir şekilde açıklayacağım. Bu sözleri söyleyenler, hep bir şeyi unuttular. Karşısındakinin bir
insan olduğunu. İnsan metabolizmasının uyum sağlayabilme yeteneğinin olduğunu
bildiklerinden hep bu zorlama mekanizmasını kullandılar. İnsanın doğasının bir
parçasının da özgürlük olduğunu unuttular. Çok
ilginç dayatmaları konuşacağız ki güleceksin. Hakikaten öyle diyeceksin.
Bazı muhteşem şahsiyetlerin ders çalışma işini bir sanat olarak
görmüşlerdir. Süreç eşittir sanat. Vay
be ne mantık. Teşbih değilse arızalı bir düşünce. Azından ders çalışmak bir süreçtir. Ya da bir
şaheser oluşturma sürecidir deseler, doğru olacak. Ama demiyorlar.
Çoğunlukla duyduğun bir cümle vardır.
Düzenli çalışan başarılı olur?Evet, ilk bakışta doğru bir cümle.
Ama gerçek hiç de öyle değil. Şimdi soruyorum nasıl? Adamın yaşantısı dağınıksa
nasıl düzenli ders çalışacak? Her gün yaptığı rutin işlerin bile farklı olduğu
insanlar gördüm. Her vakitleri farklı. Tuvalet zamanları, kahvaltı zamanları,
hatta yatış ve kalkış saatleri. Hepsi farklı. Bir bakmışsın bir gün altıda,
diğer gün 12.00’de kalkmış.
Daha da ilginci, kahvaltıyı öğle yemeğiyle karıştıranları
gördüm. Sabah kahvaltısında kocaman bir döner dürümü, afiyetle yiyenleri,
kahvaltıyı soğansız yapmam diyenleri biliyorum. Dolabın içine girip ders çalışan
insanları duymuşsundur. Elinde el feneri dolabın içinde kitap okuyor.
Enteresan! Ama normal. Çünkü hiç kimse eşit yaratılmamış. Yapılanların hepsi
doğru.
Bilim adamları bu konuda birçok
yöntemden bahsetmişler. Ben sana bunları teker teker anlatmayacağım. Sana
anlatmak istediğim, verimli öğrenmenin nasıl yapıldığıyla alakalı.
Bu kitabı okuyan birçok eğitimci,
konuyla ilgili bir standardı nasıl oluşturacağız diye bir soru soracak.
Cevabını hemen vereyim.
Sadece tek bir yöntemi dayatmayarak.
Zaten bu faaliyetin bir standardı olmaz. Bir şekli olmaz. Bir mekanı olmaz.
Yani ders masada, odada sessizce çalışılmalıdır. Denirse yanlış olur. Bu
şekilde düşünenler hep yanıldılar. Yanıldıkları için söylediklerini kimse dikkate almadı. Seminerlerinde
uyuttular. Dinleyen de bir daha benzeri seminerlere gelmek istemedi.
Değişik özelliği olan, değişik alışkanlıkları
olan bu bireylerin birleştikleri bir nokta yok mu? Var! Öğrenme davranışı; yöntemler farklı
olsa da öğrenmenin psikodinamiği aynı. Yani algılama ve kaydetme süreci farklı
değil.
En iyi öğrenme nasıl gerçekleşecek. Bilim
adamları Bu en iyi öğrenme davranışına kalıcı öğrenme demişler. Bütün amaç bu
kalitede öğrenmeyi sağlamak. Konuyla
ilgili o kadar soyut bilgi var ki. İnsanlar, içlerinden uygulayabilecekleri bir
yöntem seçmekten acizler.Şimdi sana bu soyut bilgileri
uygulanabilir bir yöntemle sunmaya çalışacağım.Hazır mısın?
……………..
Kalıcı öğrenme denilen şey nasıl
gerçekleşecek? İşte senin öğrenmedeki amacın bunu sağlamak. Kalıcı öğrenme
dediğimiz şey aslında bilgilerin çabuk unutulmayacak şekilde belleğe
kaydedilmesidir. Tabi burada unutmanın varlığı da gözümüze çarpıyor.
Unutmak; ilk duyduğumuzda olumsuz bir
terim gibi. Ama yaşamın ta kendisi. İnsan unutmazsa ölür. Gerçi bilim adamları
unutma yoktur kayıtlı bilgileri, güncel belleğe almakta sıkıntı vardır deseler
de somut bir şey var. Eğer üzerine biriken bilgileri, uzunca bir sürecin
ardından hatırlamakta sıkıntı yaşıyorsak unutuyoruz demektir. Şimdi unutmak
neden iyi bir şey;
Çok sevdiğin bir arkadaşınla kaldırımda yürüyorsun. Hava oldukça güzel.
Her şey yolunda gözüküyor. Mutlusunuz. Sohbetiniz kahve tadında. Aranızda bu
sohbet hiç bitmesin istiyorsunuz. Sonra bir köşeden anti-sosyal bir maganda
arabasıyla meydana çıkıveriyor. Sen onu fark edene kadar o yanından geçip
gidiyor. Sadece arabanın yanından geçtiğini görüyorsun. Sonra şaşkınlıkla
arkadaşına baktığında onu göremiyorsun. Arkadaşın yanında yok. Araba sana
çarpmadı ama yanındaki arkadaşını sonsuza götürdü. Duygusal bir travma yaşatmamak adına istersen
gerisine hiç girmeyeyim. Neticesinde sen o gün arkadaşını kaybettin. Bu
yaşadığın olayı ve kaybın acısını, o gün
o kadar şiddetli yaşadın ki ancak doktor yardımıyla ayakta durabildin. Şimdi o
günün acısını ve olayın tazeliğini her gün yaşayacak olsan; acaba yaşama kaç
gün direnebilirsin? Direnemezsin. 10 gün beklide 12 gün, sonrasında ya ruh
sağlığını tamamen kaybedersin ya da beden sağlığını. Demek ki unutmak yaşamın
bir parçası.
Yaşamın bir parçası olan unutma, bize
öğrenme noktasında tam anlamıyla kazık atıyor. Belleğimizdeki kayıtlı bilgileri
yavaş yavaş siliyor. Ne yapmak gerek.
Öncelikle bilgi kayıtlarımızı sahilin dalgalarla getirdiği kumlara yazmamak
gerek. Eğer suyun ulaştığı bir noktaya ne yazarsak yazalım silineceği
açık. Yani silinmeyecek bir yerlere
yazmalıyız. İşin Türkçesi geç silinecek
olan uzun süreli belleğe.
Peki nasıl olacak?
İnsan en iyi öğrenme davranışını
yaşayarak yaparak gerçekleştiriyor.
Gerçi öğrendiği bilgiyi, başkasına anlattığında daha da yüksek bir kalıcılık
sağlanmış oluyor. Soru, Odanda özgürce ders çalışabilme imkanın var mı?
……….
Şimdi iyi dinle;
Derste anlatılan bir olay ise, olayın başkahramanı olarak kendini
hissedebilirsin. Hiç bir sakınca yok. Bir gün Yavuz olmanda, Bir gün Atilla
olmanda hiçbir abeslik yok. Öğreneceğin metni yüksek sesle vurgulu bir şekilde
okumalısın. Kendine değil ama. Konuyu anlatacağın zavallı bir canlı
bulamayacağından, hemen bir köşede duran sandalyeyi kurban seçebilirsin. O
senin için günah keçisi( yani zavallı öğrenci) olabilir. İhtiraz edeceğini sanmam. Böyle bir
anlatımda, bütün duyu organlarını işin
içine katacağından yüksek kalitede bir kayıt yapmış olacaksın. Peki, sayısal
derste nasıl edeceksin? Kolay, hem de
çok kolay. Yöntem yine aynı olacak.
Ezber dersleri için neredeyse hiç kullanılmayan soyağacı tekniğini
önerebilirim. Bu yöntem bu güne kadar
çoğu ders için hiç kullanılmadı. Benzer haritalar kullanıldı. Ama çok karışık
oldukları için öğrenciler tarafından pek benimsenmedi. Bu yöntemi sadece sen
kullandığın için büyük bir avantaj elde edeceksin. Şimdi sana bu yöntemi nasıl kullanman
gerektiğini göstereceğim. Bu yöntemi kimyadan biyolojiye, tarihten coğrafyaya,
edebiyattan fiziğe kadar bütün dersler için kullanabilirsin.
Örnekle açıklayalım; şimdi bir büyük ağaç gövdesi çizdik.
Adına Cumhuriyet Öncesi Türk Edebiyatı dedik. Sonra da her edebi akım için bir
dal çizdik. En etkili olan akım için en büyük dalı çizmeliyiz. Her dalın
üzerine o akımın adını yazdık. Sonra her akımın kaç tane temsilcisi varsa, onların adeti kadar daha küçük dal çizdik.
Her temsilcinin getirdiği yenilikleri veya eserleri birer yaprak çizip içine
not ettik. Netice de büyük bir ağaç oluşuverdi. Bunu da odamıza astık. İşte
100’ lerce sayfalık bilgi bütün basitliğiyle karşında. Bütün dağınıklığıyla konu
anlamlı bir bütün olarak karşında. Özellikle öğrenilecek konunun sayfalar
dolusu yer tutması, Ana düşünceden uzaklaşma gibi bir sorunu böylece hiç
yaşamamış olacaksın. Bu yöntem, birçok derste yüzlerce konuya uygulanabilecek
basitleştirme hareketidir. Bu yöntem, Bu günden sonra eğitim alanında yerini
alacaktır.
Benim senin için özellikle önereceğim
teknikler bunlar. Diğer birçok teknik var. Bunlar klasik oldukları için çok
fazla değinmek gereği hissetmedim. Zaten birçoğunu da sen çok iyi biliyorsun.
Sınavlara Hazırlanmak Blog
Kaynak: Yazık Sınav Canavarı Olmuşsun!
0 yorum:
Yorum Gönder